Televizyon artık sadece bir eğlence aracı değil; toplumun, özellikle de gençlerin duygu dünyasını, hayata bakışını ve değer ölçüsünü derinden şekillendiren bir güç. Bir dönemin masum aile dizileri yerini şiddetin, sahte ihtişamın, ahlaki bulanıklığın ve gerçeklikten uzak ilişkilerin anlatıldığı yapımlara bıraktı. Bugün dizilerin gençler üzerinde bıraktığı etkiyi görmezden gelmek, aslında yarınımızı görmezden gelmekle eşdeğerdir.
“Para ve silah kimdeyse güç ondadır” yanılgısı
Son yıllarda reyting listelerini altüst eden mafya temalı diziler, genç zihinlerde tehlikeli bir yanılgıyı normalleştirdi:
Güçlü olmak için okumaya gerek yoktur; para, silah ve acımasızlık yeterlidir.
Okumanın, üretmenin, emek vermenin kıymetini anlatmakta zorlanırken; ekranlarda silahla gezen karakterler bir gecede kahramana dönüşüyor. Çocuk yaşta gençler bu sahneleri izlerken, “Hayattaki başarı bu” zannediyor. Bir karakterin elindeki tabanca, ne yazık ki bir kitabın anlatabileceği bin hülyeyi gölgeliyor.
Tarihi dizilerdeki kahramanlara özenen gençlik
Tarihi dizilerin popülerleşmesi bir yandan kültürel ilgiyi artırdı, ancak bir yandan da tehlikeli bir yan etkiye yol açtı.
Fanlar kendini dizideki cengâverlere benzetip kılıç kalkan sipariş ediyor, odasında sahte savaş sahneleri canlandırıyor, sosyal medya hesaplarında “Ben de o dönemde yaşasaydım...” cümleleri kuruyor.
Tarih, dizilerdeki gibi romantize edilmiş bir masal değildir. Ancak genç izleyici tarihî karakteri gerçek kişiden ayıramıyor; oyuncunun yüzüyle kahraman yaratılıyor, senaryonun amacı tarih bilgisinin önüne geçiyor. Bu da gençlerin hem tarih algısını hem de kişilik gelişimini sarsıyor.
Dinin karikatürize edilmesi: İnançla alay eden sahneler
Bir başka tehlikeli eğilim ise dizilerde dini duyguların alaya alınması.
Dindar insanlar; düzenbaz, sahtekâr, üçkâğıtçı ya da çıkarcı olarak resmediliyor. İbadet edenler ya manipülatif ya da cahil olarak sunuluyor.
Bu temsiller masum değil. İnancı yaşayan milyonlarca insanın kimliğini sorgulatıyor, gençlerin zihinlerinde dine karşı bir soğukluk oluşturuyor. Toplumun en hassas sinir uçlarından biri olan inanç, senaryolar uğruna basit bir mizah malzemesine dönüştürülüyor.
Kimse eleştiri yapamıyor: Sosyal medya baskısı
Günümüzün en büyük sorunlarından biri de şu:
Bir oyuncuyu eleştirmek artık neredeyse yasak.
Kimse “Bu rolü hak etmiyor”, “Oyunculuk zayıf”, “Sevildiği için torpille öne çıkarılmış” diyemiyor. Çünkü takipçi kaybetmekten, linç edilmekten, etkileşim düşmesindən qorxur. Sosyal medyada oluşturulan lüks parıltılı dünya, gerçeğin üstünü örtüyor.
Oysa sanatın gelişmesi için eleştiri şarttır. Sessiz kalınan her vasat iş, sektörün daha da yozlaşmasına hizmet ediyor. Gençler de doğal olarak “beğeni toplayanın başarılı olduğunu” zannediyor.
Türk dizilerinin karanlık normalleşmesi
Dizilerde en çok dikkat çeken başka bir sorun ise kadına yönelik sahnelerin “dram” adı altında normalleştirilmesidir:
Bir kadının aşağılanması,
Tecavüz sahnelerinin reyting öğesi haline gelmesi,
Aile içi şiddetin sıradanmış gibi sunulması,
Evli bir erkeğin aynı evde ikinci kadınla yaşaması,
Kadına, çocuğa ve hayvana taciz temalarının defalarca işlenmesi…
Tüm bunlar artık seyircinin ruhunda alışkanlığa dönüşüyor. Şiddetle ilk kez ekranda tanışan gençler, bunun gerçek hayatta da sıradan olduğunu sanıyor. Toplumun en hassas yaraları, bir prim aracı gibi kullanılıyor.
Gençlerin dizilerdeki karakterlere özenmesi
Bugün sokak modasına bakın; birçok genç dizide gördüğü karakterin adeta kopyası. Saç modeli, konuşma tarzı, davranış şekli, hatta öfke biçimi bile dizilerden ödünç alınmış. Artık gençler “Ben kimim?” sorusunu kendine değil, ekranlardaki karakterlere soruyor.
Bir karakter nasıl giyiniyorsa, gençler de öyle giyiniyor. O nasıl konuşuyorsa, gençler de o şekilde konuşuyor. Özenti, kişilik gelişiminin en büyük düşmanı haline geliyor.
Sonuç: Sorumluluk ekranlarda değil, bizde
Diziler kötü olabilir ama asıl tehlike; kötü olanı sorgulamayan bir toplum olmamızdır.
Gençlerin zihni boş bir sayfa değildir; izledikleri her sahne o sayfada bir iz bırakır.
Ebeveynler, öğretmenlər, toplum olarak görevimiz;
Ekrandaki kurgu ile gerçek hayat arasındaki farkı gençlere anlatmak, onların karakterini ekranlara teslim etmemektir.
Çünkü diziler bir gün biter, reytingler düşer, oyuncular değişir...
Ama gençlerin zihnine işlenen yanlışlar, geleceğin kaderini değiştirecek kadar güçlüdür.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Nurlan Zaliyev
Dizilerin Gençler Üzerindeki Karanlık Etkisi
Televizyon artık sadece bir eğlence aracı değil; toplumun, özellikle de gençlerin duygu dünyasını, hayata bakışını ve değer ölçüsünü derinden şekillendiren bir güç. Bir dönemin masum aile dizileri yerini şiddetin, sahte ihtişamın, ahlaki bulanıklığın ve gerçeklikten uzak ilişkilerin anlatıldığı yapımlara bıraktı. Bugün dizilerin gençler üzerinde bıraktığı etkiyi görmezden gelmek, aslında yarınımızı görmezden gelmekle eşdeğerdir.
“Para ve silah kimdeyse güç ondadır” yanılgısı
Son yıllarda reyting listelerini altüst eden mafya temalı diziler, genç zihinlerde tehlikeli bir yanılgıyı normalleştirdi:
Güçlü olmak için okumaya gerek yoktur; para, silah ve acımasızlık yeterlidir.
Okumanın, üretmenin, emek vermenin kıymetini anlatmakta zorlanırken; ekranlarda silahla gezen karakterler bir gecede kahramana dönüşüyor. Çocuk yaşta gençler bu sahneleri izlerken, “Hayattaki başarı bu” zannediyor. Bir karakterin elindeki tabanca, ne yazık ki bir kitabın anlatabileceği bin hülyeyi gölgeliyor.
Tarihi dizilerdeki kahramanlara özenen gençlik
Tarihi dizilerin popülerleşmesi bir yandan kültürel ilgiyi artırdı, ancak bir yandan da tehlikeli bir yan etkiye yol açtı.
Fanlar kendini dizideki cengâverlere benzetip kılıç kalkan sipariş ediyor, odasında sahte savaş sahneleri canlandırıyor, sosyal medya hesaplarında “Ben de o dönemde yaşasaydım...” cümleleri kuruyor.
Tarih, dizilerdeki gibi romantize edilmiş bir masal değildir. Ancak genç izleyici tarihî karakteri gerçek kişiden ayıramıyor; oyuncunun yüzüyle kahraman yaratılıyor, senaryonun amacı tarih bilgisinin önüne geçiyor. Bu da gençlerin hem tarih algısını hem de kişilik gelişimini sarsıyor.
Dinin karikatürize edilmesi: İnançla alay eden sahneler
Bir başka tehlikeli eğilim ise dizilerde dini duyguların alaya alınması.
Dindar insanlar; düzenbaz, sahtekâr, üçkâğıtçı ya da çıkarcı olarak resmediliyor. İbadet edenler ya manipülatif ya da cahil olarak sunuluyor.
Bu temsiller masum değil. İnancı yaşayan milyonlarca insanın kimliğini sorgulatıyor, gençlerin zihinlerinde dine karşı bir soğukluk oluşturuyor. Toplumun en hassas sinir uçlarından biri olan inanç, senaryolar uğruna basit bir mizah malzemesine dönüştürülüyor.
Kimse eleştiri yapamıyor: Sosyal medya baskısı
Günümüzün en büyük sorunlarından biri de şu:
Bir oyuncuyu eleştirmek artık neredeyse yasak.
Kimse “Bu rolü hak etmiyor”, “Oyunculuk zayıf”, “Sevildiği için torpille öne çıkarılmış” diyemiyor. Çünkü takipçi kaybetmekten, linç edilmekten, etkileşim düşmesindən qorxur. Sosyal medyada oluşturulan lüks parıltılı dünya, gerçeğin üstünü örtüyor.
Oysa sanatın gelişmesi için eleştiri şarttır. Sessiz kalınan her vasat iş, sektörün daha da yozlaşmasına hizmet ediyor. Gençler de doğal olarak “beğeni toplayanın başarılı olduğunu” zannediyor.
Türk dizilerinin karanlık normalleşmesi
Dizilerde en çok dikkat çeken başka bir sorun ise kadına yönelik sahnelerin “dram” adı altında normalleştirilmesidir:
Bir kadının aşağılanması,
Tecavüz sahnelerinin reyting öğesi haline gelmesi,
Aile içi şiddetin sıradanmış gibi sunulması,
Evli bir erkeğin aynı evde ikinci kadınla yaşaması,
Kadına, çocuğa ve hayvana taciz temalarının defalarca işlenmesi…
Tüm bunlar artık seyircinin ruhunda alışkanlığa dönüşüyor. Şiddetle ilk kez ekranda tanışan gençler, bunun gerçek hayatta da sıradan olduğunu sanıyor. Toplumun en hassas yaraları, bir prim aracı gibi kullanılıyor.
Gençlerin dizilerdeki karakterlere özenmesi
Bugün sokak modasına bakın; birçok genç dizide gördüğü karakterin adeta kopyası. Saç modeli, konuşma tarzı, davranış şekli, hatta öfke biçimi bile dizilerden ödünç alınmış. Artık gençler “Ben kimim?” sorusunu kendine değil, ekranlardaki karakterlere soruyor.
Bir karakter nasıl giyiniyorsa, gençler de öyle giyiniyor. O nasıl konuşuyorsa, gençler de o şekilde konuşuyor. Özenti, kişilik gelişiminin en büyük düşmanı haline geliyor.
Sonuç: Sorumluluk ekranlarda değil, bizde
Diziler kötü olabilir ama asıl tehlike; kötü olanı sorgulamayan bir toplum olmamızdır.
Gençlerin zihni boş bir sayfa değildir; izledikleri her sahne o sayfada bir iz bırakır.
Ebeveynler, öğretmenlər, toplum olarak görevimiz;
Ekrandaki kurgu ile gerçek hayat arasındaki farkı gençlere anlatmak, onların karakterini ekranlara teslim etmemektir.
Çünkü diziler bir gün biter, reytingler düşer, oyuncular değişir...
Ama gençlerin zihnine işlenen yanlışlar, geleceğin kaderini değiştirecek kadar güçlüdür.