“Dizilerde Kadınlar Neden Hep Acı Çekmek Zorunda?”
Yazının Giriş Tarihi: 01.12.2025 18:34
Yazının Güncellenme Tarihi: 01.12.2025 18:35
Televizyonda bir dizi açtığınızda karşınıza çıkan ilk sahneyi düşünün: gözyaşlarına boğulmuş bir kadın, susturulmuş bir ses, haksızlıklara boyun eğmek zorunda bırakılmış bir karakter… Sanki bütün diziler gizli bir protokol imzalamış gibi: “Her bölümde en az bir kadın mutlaka acı çekecek.” Bu artık klasik bir dramatik formül haline geldi ve ne yazık ki çoğu izleyici bunu kanıksamış durumda. Oysa artık şu soruyu dürüstçe sormamız gerekiyor: Kadın karakterler neden sürekli acı çeken kişiler olarak yazılıyor?
Bu durum tesadüf değil; toplumun kadına bakışının ekrana doğrudan yansımasıdır. Gerçek hayatta kadınların uğradığı haksızlıklar, dizilerde daha görünür, daha belirgin ve çoğu zaman daha ağır biçimde işleniyor. Kadınlar hayatın birçok alanında —işte, evde, sokakta— haklarını savunmakta zorlanırken, diziler bu gerçeği yalnız yansıtmakla kalmıyor; zaman zaman yeniden üretiyor. Bir kadın karakter sessiz kaldığında “iyi”, hakkını aradığında “sorun çıkaran”, sesini yükselttiğinde ise “nankör” olarak gösterilebiliyor. Sanki kadının görevi susmak, sabretmek ve her türlü acıya tahammül etmekmiş gibi bir algı yaratılıyor.
Daha da düşündürücü olan şu: Dizilerde kadınlar çoğu zaman erkeklerden daha becerikli, daha akıllı, daha sezgili ve daha çözüm odaklı gösteriliyor. Buna rağmen sırf kadın oldukları için geri plana itiliyorlar. Birçok dizide aynı sahne karşımıza çıkar: Kadın karakter sorunu çözer, tehlikeyi fark eder, doğru planı kurar; fakat son kararı yine erkek verir. Kadının zekâsı kabul edilir ama liderliği kabullenilmez. Kadın faydalıdır ama yetki sahibi olması “sakıncalı” bulunur. Bu tablo yalnızca senaryonun değil, toplumdaki ataerkil bakışın televizyona birebir taşınmış hâlidir.
Yine de tüm bu tablo içinde güçlü kadın karakterlerin varlığı özellikle dikkat çekiyor. Son yıllarda kendi ayakları üzerinde duran, pes etmeyen, toplum baskısına boyun eğmeyen, kendi yaşamının iplerini eline alan kadın figürleri de ekranda görünmeye başladı. Bu karakterler yalnızca senaryoları değil, izleyiciyi de dönüştürüyor. Onlar sayesinde birçok kadın ve genç kız, acının kader olmadığını, susmanın zorunluluk olmadığını, güçlü durmanın mümkün olduğunu görüyor. Bu karakterler, dizilerdeki karanlık döngüyü kıran en önemli ışıklardır. İzleyici onlarda cesaret buluyor, var olma gücü buluyor.
Fakat gerçek şu ki: Bütün bu olumlu örneklere rağmen dizilerin genelinde kadınlar hâlâ gereğinden fazla ağlıyor, gereğinden fazla susuyor ve gereğinden fazla acı çekiyor. Bu acılar artık dramatik tercih olmaktan çıkıp toplumun kadına biçtiği rolün bir parçasına dönüşmüş durumda. Diziler toplumun aynasıdır; fakat bu ayna kadının yaşadığı haksızlıkları tekrar tekrar hatırlatıp normalleştiriyorsa, ortada ciddi bir problem vardır. Kadının haklarının yenildiğini, potansiyelinin küçümsendiğini ve sesinin kısıldığını gösteren sahneler her akşam milyonlarca insanın karşısına çıkıyorsa, bunun sosyal etkisi de çok büyüktür.
Sonuç olarak, dizilerdeki kadın temsilinin değişmesi yalnızca senaristlerin değil, toplumun tamamının sorumluluğudur. Kadınların hayatının acıdan ibaret olmadığı gerçeği kabul edildikçe, diziler de bu gerçeği yansıtmak zorunda kalacaktır. Daha adil, daha cesur, daha özgür kadın hikâyelerine ihtiyacımız var. Çünkü bir toplumun gelişmişliği, kadına verdiği değerle ölçülür. Kadını acıyla sınayan değil, gücüyle var eden bir dizi dünyası hem toplum hem de gelecek için şarttır. Kadın karakterlerin artık acı çekmeyi bırakıp kendi kaderini yazdığı hikâyeler yaygınlaştığında, gerçek hayatta da kadınların önü daha geniş, yolu daha aydınlık olacaktır.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Nurlan Zaliyev
“Dizilerde Kadınlar Neden Hep Acı Çekmek Zorunda?”
Televizyonda bir dizi açtığınızda karşınıza çıkan ilk sahneyi düşünün: gözyaşlarına boğulmuş bir kadın, susturulmuş bir ses, haksızlıklara boyun eğmek zorunda bırakılmış bir karakter… Sanki bütün diziler gizli bir protokol imzalamış gibi: “Her bölümde en az bir kadın mutlaka acı çekecek.” Bu artık klasik bir dramatik formül haline geldi ve ne yazık ki çoğu izleyici bunu kanıksamış durumda. Oysa artık şu soruyu dürüstçe sormamız gerekiyor: Kadın karakterler neden sürekli acı çeken kişiler olarak yazılıyor?
Bu durum tesadüf değil; toplumun kadına bakışının ekrana doğrudan yansımasıdır. Gerçek hayatta kadınların uğradığı haksızlıklar, dizilerde daha görünür, daha belirgin ve çoğu zaman daha ağır biçimde işleniyor. Kadınlar hayatın birçok alanında —işte, evde, sokakta— haklarını savunmakta zorlanırken, diziler bu gerçeği yalnız yansıtmakla kalmıyor; zaman zaman yeniden üretiyor. Bir kadın karakter sessiz kaldığında “iyi”, hakkını aradığında “sorun çıkaran”, sesini yükselttiğinde ise “nankör” olarak gösterilebiliyor. Sanki kadının görevi susmak, sabretmek ve her türlü acıya tahammül etmekmiş gibi bir algı yaratılıyor.
Daha da düşündürücü olan şu: Dizilerde kadınlar çoğu zaman erkeklerden daha becerikli, daha akıllı, daha sezgili ve daha çözüm odaklı gösteriliyor. Buna rağmen sırf kadın oldukları için geri plana itiliyorlar. Birçok dizide aynı sahne karşımıza çıkar: Kadın karakter sorunu çözer, tehlikeyi fark eder, doğru planı kurar; fakat son kararı yine erkek verir. Kadının zekâsı kabul edilir ama liderliği kabullenilmez. Kadın faydalıdır ama yetki sahibi olması “sakıncalı” bulunur. Bu tablo yalnızca senaryonun değil, toplumdaki ataerkil bakışın televizyona birebir taşınmış hâlidir.
Yine de tüm bu tablo içinde güçlü kadın karakterlerin varlığı özellikle dikkat çekiyor. Son yıllarda kendi ayakları üzerinde duran, pes etmeyen, toplum baskısına boyun eğmeyen, kendi yaşamının iplerini eline alan kadın figürleri de ekranda görünmeye başladı. Bu karakterler yalnızca senaryoları değil, izleyiciyi de dönüştürüyor. Onlar sayesinde birçok kadın ve genç kız, acının kader olmadığını, susmanın zorunluluk olmadığını, güçlü durmanın mümkün olduğunu görüyor. Bu karakterler, dizilerdeki karanlık döngüyü kıran en önemli ışıklardır. İzleyici onlarda cesaret buluyor, var olma gücü buluyor.
Fakat gerçek şu ki: Bütün bu olumlu örneklere rağmen dizilerin genelinde kadınlar hâlâ gereğinden fazla ağlıyor, gereğinden fazla susuyor ve gereğinden fazla acı çekiyor. Bu acılar artık dramatik tercih olmaktan çıkıp toplumun kadına biçtiği rolün bir parçasına dönüşmüş durumda. Diziler toplumun aynasıdır; fakat bu ayna kadının yaşadığı haksızlıkları tekrar tekrar hatırlatıp normalleştiriyorsa, ortada ciddi bir problem vardır. Kadının haklarının yenildiğini, potansiyelinin küçümsendiğini ve sesinin kısıldığını gösteren sahneler her akşam milyonlarca insanın karşısına çıkıyorsa, bunun sosyal etkisi de çok büyüktür.
Sonuç olarak, dizilerdeki kadın temsilinin değişmesi yalnızca senaristlerin değil, toplumun tamamının sorumluluğudur. Kadınların hayatının acıdan ibaret olmadığı gerçeği kabul edildikçe, diziler de bu gerçeği yansıtmak zorunda kalacaktır. Daha adil, daha cesur, daha özgür kadın hikâyelerine ihtiyacımız var. Çünkü bir toplumun gelişmişliği, kadına verdiği değerle ölçülür. Kadını acıyla sınayan değil, gücüyle var eden bir dizi dünyası hem toplum hem de gelecek için şarttır. Kadın karakterlerin artık acı çekmeyi bırakıp kendi kaderini yazdığı hikâyeler yaygınlaştığında, gerçek hayatta da kadınların önü daha geniş, yolu daha aydınlık olacaktır.