Türk Tarihinde Kadın: Savaşın, Devletin ve Ailenin Sessiz Kahramanı
Yazının Giriş Tarihi: 12.12.2025 09:42
Yazının Güncellenme Tarihi: 12.12.2025 09:52
Türk tarihine bir bütün olarak bakıldığında, kadının toplumdaki yeri yalnızca aile içindeki bir figürle sınırlı kalmamış; devlet yönetiminden savaş meydanlarına, ekonomik hayattan sosyal düzenin inşasına kadar geniş bir alana yayılmıştır. Türk kültürünün en dikkat çekici özelliklerinden biri, kadının erkekle aynı değerde görülmesi, çoğu zaman da toplumun yükünü omuzlayan temel güçlerden biri olmasıdır. Bu anlayış, Orta Asya bozkırlarından günümüz Türkiye’sine uzanan binlerce yıllık bir geleneğin izlerini taşır.
Eski Türk toplumlarında aile, yalnızca bir birliktelik değil, sosyal yapının çekirdeği olarak kabul edilirdi. Ailenin direği ise kadın ve erkek olarak iki temel sütundan oluşurdu. Bu nedenle kadın, toplumsal hiyerarşide asla geri planda bırakılmamış, aksine devletin kuruluşunda, teşkilatlanmasında ve milletin ruhunun şekillenmesinde aktif bir rol üstlenmiştir. Göktürk Yazıtları’nda yer alan “Hatun ile birlikte milleti yönetirdik” ifadesi, kadının devlet yönetimine dahil olduğunun en yalın ve güçlü kanıtlarından biridir. Kağan’ın yanında söz sahibi olan hatun, siyasi kararların alınmasında etkili olur, diplomatik ilişkilerde devletin meşruiyetini temsil ederdi.
Türk tarihinde kadının önemi yalnızca devlet yönetimiyle sınırlı değildir. Savaş dönemlerinde kadın, gerektiğinde bizzat at binip ok atmış, gerektiğinde ise ordunun gerisinde lojistik destek sağlamıştır. Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan birçok destanda kadın savaşçı figürüne rastlanması boşuna değildir. Oğuz Kağan Destanı’ndan Manas’a, Dede Korkut’tan Battal Gazi anlatılarına kadar Türk kültürünün en köklü metinlerinde kadın, yalnızca bir eş ya da anne değil; cesur, akıllı, gerektiğinde savaşan güçlü bir karakter olarak karşımıza çıkar. Bu durum, kadının toplumsal cinsiyet kalıplarına sıkıştırılmadığı, aksine hayatın merkezî bir unsuru olarak görüldüğünün tarihî bir göstergesidir.
Anadolu’ya geçişle birlikte bu güçlü kimlik daha da zenginleşmiştir. Selçuklu ve Osmanlı’da kadının sosyal hayattaki etkisi derinleşmiş, vakıf kültürü aracılığıyla şehirlerin gelişiminde aktif rol almıştır. Osmanlı’da kurulan yüzlerce vakfın önemli bir bölümünün kadınlar tarafından inşa edilmesi, onların ekonomik ve sosyal hayattaki gücünü gözler önüne serer. Mihrimah Sultan’ın İstanbul’da yaptırdığı cami ve külliyelerden Kösem Sultan’ın devlet yönetimindeki nüfuzuna kadar uzanan bu geniş yelpaze, Osmanlı kadınının yalnızca sarayda değil, halk arasında da saygın bir yere sahip olduğunu açık biçimde gösterir.
Türk kadınının tarihî rolü, Cumhuriyet’le birlikte yeni bir boyut kazanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, Türk toplumunun yeniden inşa sürecinde kadını merkeze koymuş, dünyanın birçok ülkesinden daha önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımıştır. Bu, yalnızca bir hukuk reformu değil; Türk kültürünün derinlerine işlemiş olan kadın-erkek eşitliğinin modern zamanlara taşınması anlamına geliyordu. Cumhuriyet kadını, üretime katılan, eğitim alan, siyaset yapan, çalışan bir birey olarak Türkiye’nin gelişmesine doğrudan katkı sağlamış, modern Türk kimliğinin oluşmasında belirleyici bir rol üstlenmiştir.
Bu tarihî süreklilik, Türk toplumunun kadına verdiği değerin tesadüf olmadığını; kültürel kodlarımıza işlemiş bir anlayışın ürünü olduğunu gösterir. Türk kadını, hiçbir dönemde pasif bir figür olarak görülmemiş; aksine toplumun bütün yükünü taşıyan, gerektiğinde devlet yöneten, gerektiğinde savaşan, gerektiğinde şehir inşa eden güçlü bir iradenin simgesi olmuştur.
Bugün Türkiye’de kadına yönelik çalışmaların artması, çeşitli sosyal projelerin hayata geçirilmesi ve kadın haklarının daha görünür hale gelmesi, aslında bu tarihî mirasın modern yansımalarıdır. Tarih boyunca olduğu gibi, Türk kadını bugün de toplumun yükünü omuzlayan, geleceği şekillendiren, devletin ve milletin temel gücünü oluşturan en önemli unsurlardan biridir.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayşe Kök
Türk Tarihinde Kadın: Savaşın, Devletin ve Ailenin Sessiz Kahramanı
Türk tarihine bir bütün olarak bakıldığında, kadının toplumdaki yeri yalnızca aile içindeki bir figürle sınırlı kalmamış; devlet yönetiminden savaş meydanlarına, ekonomik hayattan sosyal düzenin inşasına kadar geniş bir alana yayılmıştır. Türk kültürünün en dikkat çekici özelliklerinden biri, kadının erkekle aynı değerde görülmesi, çoğu zaman da toplumun yükünü omuzlayan temel güçlerden biri olmasıdır. Bu anlayış, Orta Asya bozkırlarından günümüz Türkiye’sine uzanan binlerce yıllık bir geleneğin izlerini taşır.
Eski Türk toplumlarında aile, yalnızca bir birliktelik değil, sosyal yapının çekirdeği olarak kabul edilirdi. Ailenin direği ise kadın ve erkek olarak iki temel sütundan oluşurdu. Bu nedenle kadın, toplumsal hiyerarşide asla geri planda bırakılmamış, aksine devletin kuruluşunda, teşkilatlanmasında ve milletin ruhunun şekillenmesinde aktif bir rol üstlenmiştir. Göktürk Yazıtları’nda yer alan “Hatun ile birlikte milleti yönetirdik” ifadesi, kadının devlet yönetimine dahil olduğunun en yalın ve güçlü kanıtlarından biridir. Kağan’ın yanında söz sahibi olan hatun, siyasi kararların alınmasında etkili olur, diplomatik ilişkilerde devletin meşruiyetini temsil ederdi.
Türk tarihinde kadının önemi yalnızca devlet yönetimiyle sınırlı değildir. Savaş dönemlerinde kadın, gerektiğinde bizzat at binip ok atmış, gerektiğinde ise ordunun gerisinde lojistik destek sağlamıştır. Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan birçok destanda kadın savaşçı figürüne rastlanması boşuna değildir. Oğuz Kağan Destanı’ndan Manas’a, Dede Korkut’tan Battal Gazi anlatılarına kadar Türk kültürünün en köklü metinlerinde kadın, yalnızca bir eş ya da anne değil; cesur, akıllı, gerektiğinde savaşan güçlü bir karakter olarak karşımıza çıkar. Bu durum, kadının toplumsal cinsiyet kalıplarına sıkıştırılmadığı, aksine hayatın merkezî bir unsuru olarak görüldüğünün tarihî bir göstergesidir.
Anadolu’ya geçişle birlikte bu güçlü kimlik daha da zenginleşmiştir. Selçuklu ve Osmanlı’da kadının sosyal hayattaki etkisi derinleşmiş, vakıf kültürü aracılığıyla şehirlerin gelişiminde aktif rol almıştır. Osmanlı’da kurulan yüzlerce vakfın önemli bir bölümünün kadınlar tarafından inşa edilmesi, onların ekonomik ve sosyal hayattaki gücünü gözler önüne serer. Mihrimah Sultan’ın İstanbul’da yaptırdığı cami ve külliyelerden Kösem Sultan’ın devlet yönetimindeki nüfuzuna kadar uzanan bu geniş yelpaze, Osmanlı kadınının yalnızca sarayda değil, halk arasında da saygın bir yere sahip olduğunu açık biçimde gösterir.
Türk kadınının tarihî rolü, Cumhuriyet’le birlikte yeni bir boyut kazanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, Türk toplumunun yeniden inşa sürecinde kadını merkeze koymuş, dünyanın birçok ülkesinden daha önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımıştır. Bu, yalnızca bir hukuk reformu değil; Türk kültürünün derinlerine işlemiş olan kadın-erkek eşitliğinin modern zamanlara taşınması anlamına geliyordu. Cumhuriyet kadını, üretime katılan, eğitim alan, siyaset yapan, çalışan bir birey olarak Türkiye’nin gelişmesine doğrudan katkı sağlamış, modern Türk kimliğinin oluşmasında belirleyici bir rol üstlenmiştir.
Bu tarihî süreklilik, Türk toplumunun kadına verdiği değerin tesadüf olmadığını; kültürel kodlarımıza işlemiş bir anlayışın ürünü olduğunu gösterir. Türk kadını, hiçbir dönemde pasif bir figür olarak görülmemiş; aksine toplumun bütün yükünü taşıyan, gerektiğinde devlet yöneten, gerektiğinde savaşan, gerektiğinde şehir inşa eden güçlü bir iradenin simgesi olmuştur.
Bugün Türkiye’de kadına yönelik çalışmaların artması, çeşitli sosyal projelerin hayata geçirilmesi ve kadın haklarının daha görünür hale gelmesi, aslında bu tarihî mirasın modern yansımalarıdır. Tarih boyunca olduğu gibi, Türk kadını bugün de toplumun yükünü omuzlayan, geleceği şekillendiren, devletin ve milletin temel gücünü oluşturan en önemli unsurlardan biridir.