Bilginin bu kadar hızlı yayıldığı bir çağda, “haber verme” ile “ifşa etme” arasındaki çizgi her geçen gün daha da inceliyor.
Bir zamanlar yalnızca gazetecilerin taşıdığı kamusal sorumluluk, artık her sosyal medya kullanıcısının cebinde.
Bugün bir paylaşım, bir yorum ya da bir “story” bile bir insanın hayatına dokunabiliyor — bazen farkında olmadan, bazen de geri dönüşü olmayan şekilde.
Hukuk açısından bakıldığında, kamu yararı kavramı ifade ve bilgi özgürlüğünün en önemli meşruiyet gerekçelerinden biridir.
Toplumu ilgilendiren olayların bilinmesi, tartışılması, eleştirilmesi; demokratik denetimin temelidir.
Ancak “kamu yararı”nı, “herkesi ilgilendiren her şey” gibi yorumladığımızda, bireyin mahremiyet alanı erimeye başlar.
Çünkü her merak, kamu yararı değildir; her bilgi, paylaşılmak zorunda da değildir.
Kişisel veriler, özellikle de sağlık, aile, ruhsal durum veya özel ilişkilere dair bilgiler, hukuken en korunaklı alanlar arasında yer alır.
Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun (KVKK) 6. maddesi, bu tür verileri “özel nitelikli kişisel veri” olarak tanımlar.
Yani bir kişinin açık rızası olmadan bunların paylaşılması, sadece etik bir sorun değil, hukuka aykırı bir eylemdir.
Anayasa’nın 20. maddesi, herkesin kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğunu söyler.
Hukuk, bireyin yalnızca suçsuzluğunu değil, onurunu da korur.
Ama sosyal medya çağında, paylaşılan bilgi çoğu zaman hızın, duygunun ve “görülme arzusunun” kurbanı oluyor.
Bir videoyu paylaşırken, bir ekran görüntüsünü gönderirken, ya da bir isim telaffuz ederken kimsenin aklından şu soru geçmiyor:
“Bunu paylaşmak kamu yararına mı, yoksa sadece benim merakıma mı hizmet ediyor?”
Gerçek anlamda kamu yararı, topluma fayda sağlayan, bir haksızlığı ortadan kaldıran, bir bilinç yaratan bilgidir.
Bir insanın özel durumunu ortaya dökmek, hele ki o kişi kendini savunma imkânına bile sahip değilse, bu artık bilgi özgürlüğü değil, mahremiyet ihlalidir.
Basın da, birey de, aynı etik dengeye tabidir.
Kimi zaman “haber verme hakkı” ile “özel hayatın gizliliği” arasındaki çizgi, bir cümlenin içinde saklıdır.
O cümle doğru kurulmadığında, bir hak ihlali başlar.
Hukukun, ahlakın ve insan olmanın kesiştiği yerde şunu unutmamak gerekir:
“Bir bilginin doğru olması, onu paylaşmayı meşru kılmaz.”
Hukuk yalnızca kuralları değil, vicdanı da korur.
Çünkü özgürlük, başkasının mahremiyetine saygıyla anlam bulur.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Av. Ayşegül Mermer
Kamu Yararı Nerede Biter, Merak Nerede Başlar?
Bilginin bu kadar hızlı yayıldığı bir çağda, “haber verme” ile “ifşa etme” arasındaki çizgi her geçen gün daha da inceliyor.
Bir zamanlar yalnızca gazetecilerin taşıdığı kamusal sorumluluk, artık her sosyal medya kullanıcısının cebinde.
Bugün bir paylaşım, bir yorum ya da bir “story” bile bir insanın hayatına dokunabiliyor — bazen farkında olmadan, bazen de geri dönüşü olmayan şekilde.
Hukuk açısından bakıldığında, kamu yararı kavramı ifade ve bilgi özgürlüğünün en önemli meşruiyet gerekçelerinden biridir.
Toplumu ilgilendiren olayların bilinmesi, tartışılması, eleştirilmesi; demokratik denetimin temelidir.
Ancak “kamu yararı”nı, “herkesi ilgilendiren her şey” gibi yorumladığımızda, bireyin mahremiyet alanı erimeye başlar.
Çünkü her merak, kamu yararı değildir; her bilgi, paylaşılmak zorunda da değildir.
Kişisel veriler, özellikle de sağlık, aile, ruhsal durum veya özel ilişkilere dair bilgiler, hukuken en korunaklı alanlar arasında yer alır.
Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun (KVKK) 6. maddesi, bu tür verileri “özel nitelikli kişisel veri” olarak tanımlar.
Yani bir kişinin açık rızası olmadan bunların paylaşılması, sadece etik bir sorun değil, hukuka aykırı bir eylemdir.
Anayasa’nın 20. maddesi, herkesin kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğunu söyler.
Hukuk, bireyin yalnızca suçsuzluğunu değil, onurunu da korur.
Ama sosyal medya çağında, paylaşılan bilgi çoğu zaman hızın, duygunun ve “görülme arzusunun” kurbanı oluyor.
Bir videoyu paylaşırken, bir ekran görüntüsünü gönderirken, ya da bir isim telaffuz ederken kimsenin aklından şu soru geçmiyor:
“Bunu paylaşmak kamu yararına mı, yoksa sadece benim merakıma mı hizmet ediyor?”
Gerçek anlamda kamu yararı, topluma fayda sağlayan, bir haksızlığı ortadan kaldıran, bir bilinç yaratan bilgidir.
Bir insanın özel durumunu ortaya dökmek, hele ki o kişi kendini savunma imkânına bile sahip değilse, bu artık bilgi özgürlüğü değil, mahremiyet ihlalidir.
Basın da, birey de, aynı etik dengeye tabidir.
Kimi zaman “haber verme hakkı” ile “özel hayatın gizliliği” arasındaki çizgi, bir cümlenin içinde saklıdır.
O cümle doğru kurulmadığında, bir hak ihlali başlar.
Hukukun, ahlakın ve insan olmanın kesiştiği yerde şunu unutmamak gerekir:
“Bir bilginin doğru olması, onu paylaşmayı meşru kılmaz.”
Hukuk yalnızca kuralları değil, vicdanı da korur.
Çünkü özgürlük, başkasının mahremiyetine saygıyla anlam bulur.