“Boşanma Davası Devam Ederken Yeni Aşk: Hukuk Ne Diyor?”
Yazının Giriş Tarihi: 26.09.2025 18:34
Yazının Güncellenme Tarihi: 26.09.2025 18:35
Boşanma davası açıldığında taraflar çoğu zaman evliliğin fiilen bittiğini düşünür. Çevresine “artık boşanıyoruz” diyerek yeni bir hayat kurmaya başlayanların sayısı az değildir. Ancak hukukun bakış açısı toplumdaki bu algıdan oldukça farklıdır. Çünkü Türk Medeni Kanunu’na göre evlilik birliği, dava açıldığı anda değil, mahkeme kararının kesinleşmesiyle sona erer. Bu nedenle dava sürerken eşler hâlâ birbirine sadakat yükümlülüğü ile bağlıdır.
Magazin basınında sık sık “boşanma aşamasında yeni aşka yelken açtı” manşetlerini görüyoruz. Kamuoyunda merak uyandıran bu haberler mahkeme salonlarında ise bambaşka bir karşılık buluyor. Yargıtay’ın yerleşik kararları çok açık: boşanma davası devam ederken yaşanan sadakatsizlik, tarafların kusur değerlendirmesinde dikkate alınır. Yani mahkeme, bu süreçteki davranışları görmezden gelmez, aksine kimin daha kusurlu olduğuna karar verirken önemli bir ölçüt olarak kullanır.
Bu noktada işin insani boyutunu göz ardı etmemek gerekir. Çünkü ülkemizde boşanma davaları çoğu zaman kısa sürmez. Birçok dosya istinaf ve temyiz aşamalarıyla birlikte üç, hatta beş yılı bulabiliyor. Düşünün: Bir insanın hayatının en verimli yıllarında, yıllarca süren bir yargılama boyunca duygusal hayatını askıya alması bekleniyor. Sadakat yükümlülüğünün hukuken bu kadar uzun süre devam etmesi, gerçek hayatla çoğu zaman örtüşmeyen bir tablo ortaya çıkarıyor. Bana göre buradaki en büyük çelişki de işte budur: hukuk bir ideal düzeni korumaya çalışırken, insanın hayatın akışı içindeki ihtiyaçlarını görmezden geliyor.
Elbette mahkemelerin bu yaklaşımı bir mantığa dayanıyor. Çünkü aksi halde, taraflar daha dava sürerken “nasıl olsa bitecek” diyerek yeni ilişkilerle dosyayı iyice içinden çıkılmaz hale getirebilir. Ancak pratikte bunun başka bir sorunu beraberinde getirdiğini de gözlemliyoruz: uzun süren yargılamalar, insanların hayatlarını adeta donduruyor.
Sonuç olarak, toplumda sık sık “boşanma sürecindeyim, istediğimi yaparım” anlayışına rastlıyoruz. Oysa hukuk karşısında bu durum sadakat yükümlülüğünün ihlali sayılıyor ve tazminat, nafaka hatta velayet gibi kritik konularda tarafın aleyhine sonuçlar doğurabiliyor. Kısacası, boşanma sürecinde başlayan bir ilişki sadece magazin manşetlerine konu olmuyor; mahkeme kararlarını da doğrudan etkiliyor.
Benim kanaatim şu: Sadakat yükümlülüğü, elbette evliliğin temel taşlarından biri. Ama yıllarca süren dava süreçlerinde bu yükümlülüğün bireylerin hayatlarını kilitleyen bir baskıya dönüşmesi, üzerinde ciddi şekilde tartışılması gereken bir konudur. Hukuk, insan hayatına yön vermeli; ama insan hayatını durdurmamalıdır.
Peki siz ne dersiniz? Üç yıl süren bir boşanma davasında taraflardan sadakat yükümlülüğüne uyması beklenebilir mi?
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Av. Ayşegül Mermer
“Boşanma Davası Devam Ederken Yeni Aşk: Hukuk Ne Diyor?”
Boşanma davası açıldığında taraflar çoğu zaman evliliğin fiilen bittiğini düşünür. Çevresine “artık boşanıyoruz” diyerek yeni bir hayat kurmaya başlayanların sayısı az değildir. Ancak hukukun bakış açısı toplumdaki bu algıdan oldukça farklıdır. Çünkü Türk Medeni Kanunu’na göre evlilik birliği, dava açıldığı anda değil, mahkeme kararının kesinleşmesiyle sona erer. Bu nedenle dava sürerken eşler hâlâ birbirine sadakat yükümlülüğü ile bağlıdır.
Magazin basınında sık sık “boşanma aşamasında yeni aşka yelken açtı” manşetlerini görüyoruz. Kamuoyunda merak uyandıran bu haberler mahkeme salonlarında ise bambaşka bir karşılık buluyor. Yargıtay’ın yerleşik kararları çok açık: boşanma davası devam ederken yaşanan sadakatsizlik, tarafların kusur değerlendirmesinde dikkate alınır. Yani mahkeme, bu süreçteki davranışları görmezden gelmez, aksine kimin daha kusurlu olduğuna karar verirken önemli bir ölçüt olarak kullanır.
Bu noktada işin insani boyutunu göz ardı etmemek gerekir. Çünkü ülkemizde boşanma davaları çoğu zaman kısa sürmez. Birçok dosya istinaf ve temyiz aşamalarıyla birlikte üç, hatta beş yılı bulabiliyor. Düşünün: Bir insanın hayatının en verimli yıllarında, yıllarca süren bir yargılama boyunca duygusal hayatını askıya alması bekleniyor. Sadakat yükümlülüğünün hukuken bu kadar uzun süre devam etmesi, gerçek hayatla çoğu zaman örtüşmeyen bir tablo ortaya çıkarıyor. Bana göre buradaki en büyük çelişki de işte budur: hukuk bir ideal düzeni korumaya çalışırken, insanın hayatın akışı içindeki ihtiyaçlarını görmezden geliyor.
Elbette mahkemelerin bu yaklaşımı bir mantığa dayanıyor. Çünkü aksi halde, taraflar daha dava sürerken “nasıl olsa bitecek” diyerek yeni ilişkilerle dosyayı iyice içinden çıkılmaz hale getirebilir. Ancak pratikte bunun başka bir sorunu beraberinde getirdiğini de gözlemliyoruz: uzun süren yargılamalar, insanların hayatlarını adeta donduruyor.
Sonuç olarak, toplumda sık sık “boşanma sürecindeyim, istediğimi yaparım” anlayışına rastlıyoruz. Oysa hukuk karşısında bu durum sadakat yükümlülüğünün ihlali sayılıyor ve tazminat, nafaka hatta velayet gibi kritik konularda tarafın aleyhine sonuçlar doğurabiliyor. Kısacası, boşanma sürecinde başlayan bir ilişki sadece magazin manşetlerine konu olmuyor; mahkeme kararlarını da doğrudan etkiliyor.
Benim kanaatim şu: Sadakat yükümlülüğü, elbette evliliğin temel taşlarından biri. Ama yıllarca süren dava süreçlerinde bu yükümlülüğün bireylerin hayatlarını kilitleyen bir baskıya dönüşmesi, üzerinde ciddi şekilde tartışılması gereken bir konudur. Hukuk, insan hayatına yön vermeli; ama insan hayatını durdurmamalıdır.
Peki siz ne dersiniz? Üç yıl süren bir boşanma davasında taraflardan sadakat yükümlülüğüne uyması beklenebilir mi?