Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Antalya

Breaking News - Antalya haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Antalya haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

“Alkışın Peşinde Bir Lider: Ebru Akyüz’ün 17 Yaşında Başlayan Başarı Yolculuğu” Haber

“Alkışın Peşinde Bir Lider: Ebru Akyüz’ün 17 Yaşında Başlayan Başarı Yolculuğu”

Ebru Akyüz’ün hikâyesi, “başarı” kavramını yalnızca unvanlarla değil; mücadele, karakter ve istikrarla tarif eden nadir yolculuklardan biri. 17 yaşında havalimanında başlayan çalışma hayatı, yıllar içinde uluslararası şirketlerde yöneticiliğe; oradan da Türkiye’de binlerce çalışanı olan bir yapının kuruculuğuna uzanıyor. AllService’in CEO’su olarak tesis yönetimi gibi çoğu zaman görünmeyen ama kurumların omurgasını oluşturan bir alanda sürdürülebilir bir sistem kuran Akyüz, disiplinli yönetim anlayışı, kadın istihdamına verdiği önem ve “alkışın” yani takdirin peşinden giden motivasyonuyla dikkat çekiyor. Derya Özgören’in sorularıyla şekillenen bu röportaj; çocukluk yıllarından kariyer kırılma noktalarına, kadın dayanışmasından kuşaklar arası çalışma kültürüne, modadan hayata bakışına kadar uzanan samimi ve ilham verici bir anlatıyı okura taşıyor. Örnek Alınması Gereken Bir Başarı Öyküsü Derya Özgören soruyor, Ebru Akyüz yanıtlıyor Türkiye’de tesis yönetimi denildiğinde akla gelen güçlü kadın figürlerinden biri Ebru Akyüz. AllService’in kurucusu ve CEO’su olan Akyüz, 17 yaşında başladığı iş hayatında bugün binlerce çalışanın sorumluluğunu taşıyan, disiplinli, vizyoner ve ilham veren bir lider. Bu röportajda; çocukluk yıllarından kariyer yolculuğuna, kadın istihdamından Z ve Alfa kuşaklarına, modadan hayata bakışına kadar pek çok başlığı tüm samimiyetiyle konuştuk. Derya Özgören: Ebru Hanım, AllService’in arkasındaki başarılı iş insanı olarak sizi yakından inceledim. Gerçekten örnek alınması gereken bir kariyeriniz var. Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Ebru Akyüz: Ankara doğumluyum ama Ankara’da büyümedim. Antalya’da büyüdüm. Babam göçmendi, önce Ankara’ya yerleşmiştik. 1986–87 yılları gibi Antalya’ya taşındık; orada bir otel açtık. Tüm öğrenim hayatım Antalya’da geçti. 17 yaşında çalışmaya başladım. Babam ciddi bir talihsizlik yaşadı ve battı. O noktada alıştığımız hayat bir anda altüst oldu. Erken sorumluluk almak zorunda kaldık; ben de abim de. Açıkçası aile şirketinde çalışabilecek bir karakterim yoktu. Düzen devam etseydi bile orada duramazdım. Üniversite sınavına girdiğim yıl aynı zamanda havalimanında çalışmaya başladım. Hayalim hostes olmaktı; dünyayı gezmek istiyordum. Ama havalimanı emniyet müdürü aile dostumuzdu, kesinlikle izin vermedi. “Seni Free Shop’a sokarım” dedi. Başta istemedim ama sonra çok sevdim. Orada sıfırdan başladım. Kasadan sigaraya, oradan parfüm bölümüne geçtim. Parfüm bölümü en kritik noktadır; hem prestij hem prim açısından. PVA adlı global bir şirket ilk kez Türk Hava Limanları için müdür seçeceğini duyurdu. Genel müdürüm mutlaka sınava girmemi istedi. 17 yaşındaydım. Kazanacağıma inanıyordum. Üniversite sınavını bir buçuk puanla kaçırdım ama PVA sınavını kazandım. 17 yaşında 1000 mark maaş aldım. O an dedim ki: “Ben bu işin en tepesine çıkacağım.”Sonra yabancı firmalara geçtim. Gate Gourmet USAŞ’ta çalıştım. Terfi için lisans gerekiyordu; açık öğretimden üniversite bitirdim. Uçak içi catering ve havalimanı restoranlarının koordinatörlüğünü yaptım. 2009’da Sabiha Gökçen Havalimanı yenilenirken İstanbul’a geldim. Ardından Limak ve Orion’un Kosova Havalimanı projesinde genel müdürlük teklif edildi. Derya Özgören: Bu kaç yaşında oldu? Ebru Akyüz: Yaklaşık 29 yaşındaydım. Çok hırslıyım işimde. Bir işi yapıyorsam en iyisini yapmalıyım. Para benim için başarının ölçüsü değil. Ben alkıştan, takdir edilmekten besleniyorum. “Bak Ebru bunu başardı” denmesi beni kamçılar. Sonra büyük bir tesis yönetim firmasına genel müdür oldum. 30 bin çalışanı olan bir yapıydı. Oradan ayrıldığımda dedim ki: “17 yaşımdan beri çalışıyorum, networküm var, artık kendi şirketimi almalıyım.” AllService Almanya’da kurulmuştu, Türkiye yapılanması zayıftı. Şirketi aldım, büyüttüm. Bu yıl Türkiye’deki 10. yılımız. Medical Park ile 10 yıldır çalışıyoruz. Temizlikle başladığımız işlerde teknik, lojistik, tedarik derken organik olarak büyüdük. Biz müşterilerimize şunu söylüyoruz: “Siz kendi asli işinize odaklanın, geri kalan her şeyi bize bırakın.” Temizlik, teknik, ilaçlama, catering, bahçe bakımı… Bunlar entegre düşünülmesi gereken işler. Yanlış kimyasal, yanlış uygulama milyonluk yatırımları mahvedebilir. Üç bine yakın çalışanımız var. Fabrikalar, hastaneler, zincir restoranlar, spor salonları… İnsanla çalışmak zor ama doğru eğitim ve denetimle sürdürülebilirlik sağlanıyor. (Röportaja Gülay Kamaz dahil oluyor) Gülay Kamaz: Ebru’yu sadece yatırım yapmış biri gibi görmemek gerekir. İşin mutfağından gelmiş, çekirdeğinden yetişmiş biri. Çok titiz, çok dürüst. 10 yıldır aynı müşterilerle çalışmasının nedeni bu güven. Para odaklı değil; bu yüzden şirketi bu noktaya geldi. Ebru Akyüz: Evet, hassas bir yapım var. Yorulduğum zamanlar oldu. Bir kızım var ama işlere çok hevesli değil. Kadın dayanışması benim için çok önemli. Gülay beni yıllardır dengeliyor. Ben vermeye odaklıyım, almaya değil. Derya Özgören: Bu duruş biraz aileden mi geliyor? Ebru Akyüz: Kesinlikle. Rol modelim annemdi. İlkokul mezunu ama müthiş bir vizyonu vardı. Evimizin salonunu yarı showroom yapmıştı yıllar önce. Bugün herkes buna “konsept” diyor. Ben TAMEV’de burslu öğrencilerle çalışıyorum. İmkânsızlık içindeki o gençlerden inanılmaz enerji alıyorum. “Doğduğun kaderindir” diye bir şey yok. İnsan kaderini yönlendirir. Instagram’da gördüğümüz pırıltılı hayatların çoğu gerçek değil. Ben hiçbir zaman maddi bir gerekçeyle bir erkeğe ihtiyaç duymadım. Duygu varsa var, yoksa yok. Derya Özgören: Kadınların arkasında duran bir “dev kadın” diyebilir miyiz size? Ebru Akyüz: Elimden geldiğince evet. Çalışanlarımızın %70’i kadın. Çünkü toplum kadından başlar. Kadını güçlendirmeden toplumu düzeltemezsiniz. Z kuşağını eleştiriyoruz ama onları biz yetiştirdik. Empati yapınca güçlü yanlarını görüyorsunuz. Verimlilik saatle değil sonuçla ölçülmeli. Derya Özgören: Biraz da modadan konuşalım… Ebru Akyüz: Modayı takip ederim ama körü körüne değil. Kendime göre bir stilim var. İş kadınıyım; ortama göre giyinirim. Casual tarzı seviyorum. Şık olmak özsaygıyla ilgilidir. Türk modacılarını ve tekstilini çok başarılı buluyorum. Siren gömlekleri, Melda Aksu pantolonları vazgeçilmezim. Renkten çok siyah, beyaz ve maviyi tercih ederim. Moda bana göre, insanın kendine yakıştırdığıdır. Aynada kendimi iyi hissetmediğim hiçbir şeyi giymem. Derya Özgören: Hayatta akıl aldığınız biri oldu mu? Ebru Akyüz: İlk genel müdürüm büyük şanstı. O sınava girmesem bugün burada olmazdım. Onun dışında en büyük desteği Allah’tan aldım. Ticaret zor. Hele Türkiye’de ayakta kalmak ciddi cesaret istiyor. Derya Özgören: Gençlere ne tavsiye edersiniz? Ebru Akyüz: Hedefleri olsun. Sevdikleri işi yapsınlar. Üretsinler. Üretmeyen insana tahammülüm yok. Zekâ var ama tembellik de var. Telefon, oyun bağımlılığı ciddi sorun. Ama şuna inanıyorum: Çabalayan kazanır. Derya Özgören’le Derya’ca Moda Bu röportaj, ilham veren bir kadın liderin hayatından satır başları sunuyor.

TÜRKİYE’NİN AROMATERAPİ GÜCÜ TALYA İLE DÜNYAYA YAYILIYOR Haber

TÜRKİYE’NİN AROMATERAPİ GÜCÜ TALYA İLE DÜNYAYA YAYILIYOR

Gıda takviyeleri, vitaminler ve aromaterapi kategorileri dünya genelinde büyümeye devam ederken, Türkiye bu yükselişin dinamik aktörlerinden biri olarak öne çıkıyor. 2025 yılı itibarıyla Türkiye’nin takviye edici gıda ve vitamin pazarı yaklaşık 1 milyar dolarlık bir hacme ulaşırken, aromaterapi alanının temel bileşenlerinden olan aromatik yağlar pazarı 500 milyon dolarlık işlem hacmineyaklaştı. Bu tablo, Türkiye’nin hem bitkisel içeriklerde hem de doğal formülasyonlara dayalı ürünlerde üretim gücünü ve küresel rekabet avantajını ortaya koyuyor. Bu büyümenin dikkat çeken temsilcilerinden Talya,Amerika’daki yapılanması Talya Herbal LLC şirketi ile Türk menşeli bitkisel ürünlerin uluslararası pazardaki konumunu her geçen gün daha da güçlendiriyor... TÜRKİYE’NİN GIDA TAKVİYELERİ DÜNYA PAZARINDA BÜYÜYOR Gıda takviyeleri ve aromaterapi ürünleri sektörü, dünya genelinde her geçen yıl büyüyen bir pazar hâline geliyor. Türkiye, zengin bitki çeşitliliği ve üretim kapasitesiyle bu pazarda öne çıkan ülkeler arasında yer alıyor. Bu gelişmelerin merkezinde yer alan Talya, Amerika’da 10. yılını tamamlayanyapılanması Talya Herbal LLC şirketi ile Türk menşeli bitkiselürünlerin uluslararası pazardaki bilinirliğini artırıyor. Talya, kendi sektöründe ABD’de şirket kuran ilk Türk markasıolarak, sağlıklı yaşam bilincine sahip Amerikalı tüketicilerin ilgisini çekiyor. TALYA, DOĞADAN ALDIĞI GÜCÜ DÜNYAYA TAŞIYOR Markanın küresel vizyonuna ilişkin açıklamalarda bulunan Talya Bitkisel Kurucusu ve Fitoterapi Uzmanı M. Halis Ertaş: “Doğadan aldığımız ilhamla geliştirdiğimiz ürünleri, global pazarda daha fazla insana ulaştırmak ve sağlıklı yaşam bilincini yaymak bizim için büyük bir misyon. Amerika pazarında Türk menşeli bitkilerden üretilen aromatik yağlar ve gıda takviyeleriyle istikrarlı bir büyüme sürdürüyoruz. Bugün ABD pazarında tüketiciler bu ürünleri doğrudan ‘Türk çörekotu ’ ve ‘Türk kekik’i olarak aratıyor; bu da Türkiye menşeli bitkilerden üretilen ürünlere yönelik farkındalığın giderek arttığını gösteriyor. Türkiye’nin gıda takviyesi ve aromaterapi ürünleri alanında çok yüksek bir potansiyeli var ve biz Talya olarak bu potansiyeli global ölçekte görünür kılmayı hedefliyoruz” ifadelerini kullandı. SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK VE YENİLİK ODAKLI ÜRETİM ANLAYIŞI Gıda takviyesi ve aromaterapi ürünlerinde yalnızca ürün kalitesine değil, üretim sürecinin çevresel ve toplumsal etkilerine de odaklanan Talya, yenilikçi yaklaşımını sürdürülebilirlik temeli üzerine inşa ediyor. Marka, doğal kaynakları verimli kullanmayı ve çevreye duyarlı üretim modelleriyle geleceğe değer katmayı hedefliyor. Bu vizyon doğrultusunda Ar-Ge çalışmaları ve üretim politikaları, sürdürülebilir kalkınma ilkeleriyle uyumlu hale getiriliyor. 2030 yılı sonuna kadar ulaşılması hedeflenen “BM Sürdürülebilirlik Kalkınma Amaçları” doğrultusunda çalışmalarını devam ettiren marka; sürdürülebilir üretim, sıfır atık ilkesi, dijital dönüşüm yatırımları ve karbon ayak izinin azaltılması ilkelerini öncelikli stratejileri arasında bulunduruyor. Antalya’daki üretim tesislerini uluslararası standartlarda tamamen yenileyerek modern fabrikasındaüretim yapan Talya Bitkisel, doğallık, bilim ve sürdürülebilirlik ilkelerini bir araya getirerek Türkiye’nin gıda takviyesi, vitaminler ve aromaterapi ürünleri sektöründeki lider temsilcilerinden biri olarak konumunu güçlendiriyor. TALYA BİTKİSEL HAKKINDA: 2003 yılında Antalya’da kurulan Talya Bitkisel, bitkisel yağlar, uçucu yağlar, gıda takviyeleri ve doğal kozmetik alanlarında üretim yapan Türkiye’nin öncü markalarındandır. Ar-Ge ve kalite süreçlerinde güven, uzmanlık ve çevre dostu üretim ilkelerini benimseyen Talya Bitkisel, 40’tan fazla ülkeye ihracat yapmaktadır. Marka, doğadan gelen şifayı bilimle buluşturarak, sürdürülebilir sağlık ve güzellik çözümleri geliştirmeye devam etmektedir.

Araştırmacı Yazar Adem Yaşar: “Türkiye ve Körfez Ülkeleri, Suriye’nin Geleceğinde Kritik Rol Oynayabilir” Haber

Araştırmacı Yazar Adem Yaşar: “Türkiye ve Körfez Ülkeleri, Suriye’nin Geleceğinde Kritik Rol Oynayabilir”

Suriye, savaşın derin izlerini taşıyan bir ülke olarak, tarihi bir dönüm noktasında. Elli yıl boyunca ülkeyi yöneten Esad rejimi çöküşün eşiğinde. Bu durum, Türkiye ve Körfez ülkelerinin Suriye’nin geleceğini şekillendirme konusunda etkili bir rol üstlenmeleri için önemli fırsatlar sunuyor. Araştırmacı Yazar Adem Yaşar’a göre, Suriye’nin geleceğine yönelik çabalar üç temel aşamaya odaklanabilir: uzlaşma, yeniden yapılanma ve mültecilerin dönüşü. Muhalefetin Birleşmesi ve Uzlaşma Adem Yaşar, Türkiye ve Körfez ülkelerinin, Suriye’deki siyasi ve askeri muhalefeti birleştirmek için güçlü bir iş birliği zemini oluşturabileceğini ifade ediyor. Parçalanmış muhalefet gruplarını bir araya getirmek, siyasi ve ekonomik yeniden yapılanmanın ilk adımı olacak. Bu çerçevede, azınlıklar ve kadınların da aktif olarak dahil olduğu, kapsayıcı bir yönetim yapısı oluşturulabilir. Yaşar, Suriyeli aydınlar, eski yetkililer ve iş liderlerinden oluşan bir geçiş hükümeti kurulmasının, uzlaşma sürecinde hayati önem taşıdığını vurguluyor. Türkiye ve Körfez ülkelerinin bu süreçteki tecrübeleri, Suriye’de barışçıl ve kapsayıcı bir siyasi düzen inşa edilmesine önemli katkılar sağlayabilir. Yeniden Yapılanma Süreci Araştırmacı Yazar Adem Yaşar, Suriye’de savaşın yol açtığı tahribatın, ülkenin yeniden inşası için milyarlarca dolarlık bir yatırım gerektirdiğine dikkat çekiyor. Türkiye’nin savaş sonrası Irak’ta edindiği yeniden yapılanma deneyimi ve Körfez ülkelerinin finansal gücü, bu süreçte belirleyici bir rol oynayabilir. Türk inşaat sektörünün liderlik edeceği projeler kapsamında yerleşim yerleri, hastaneler, okullar ve altyapı sistemleri yeniden inşa edilebilir. Körfez ülkelerinin sağlayacağı mali destekle, Suriye’nin altyapısını modernize etmek mümkün olacak. Mültecilerin Geri Dönüşü Adem Yaşar, mültecilerin güvenli ve gönüllü geri dönüşünün, yeniden yapılanma sürecinin ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtiyor. Türkiye’nin kuzey Suriye’de inşa ettiği kalıcı konut projeleri, mültecilere umut vadediyor. Benzer şekilde, Körfez ülkelerinin de bu alanda stratejik adımlar atması gerektiği ifade ediliyor. “Üç R” Stratejisi: Uzlaşma, Yeniden Yapılanma, Geri Dönüş Adem Yaşar, Suriye’nin geleceği için “Üç R” stratejisine dikkat çekiyor: Uzlaşma, yeniden yapılanma ve mültecilerin geri dönüşü. Türkiye ve Körfez ülkeleri arasındaki iş birliği, Suriye’nin siyasi ve ekonomik olarak yeniden inşasında kilit rol oynayabilir. Ancak bu uzun soluklu süreç, ciddi siyasi, lojistik ve güvenlik zorluklarının üstesinden gelmeyi gerektiriyor. Yaşar’ın değerlendirmesine göre, bölgesel iş birliğiyle hayata geçirilecek bu strateji, Suriye’yi sadece eski gücüne kavuşturmakla kalmayacak, aynı zamanda tüm bölgenin istikrar ve refahına katkıda bulunacaktır.

İsrail, Filistin’e desteği baltalamak için Kürt kartını oynuyor… Haber

İsrail, Filistin’e desteği baltalamak için Kürt kartını oynuyor…

Uluslararası ilişkilerde ittifakların farklı biçimleri ve motivasyonları vardır. Ancak hiçbir ittifak kalıcı olarak kabul edilemez, çünkü gelişen politikalar ve değişen ulusal çıkarlar bunların çöküşüne veya yenilerinin kurulmasına yol açabilir. Türkiye bir zamanlar İsrail’in müttefiki olarak görülüyordu, ancak şimdi Tel Aviv, Ankara’nın ulusal güvenlik tehdidi olarak gördüğü Kürtleri “doğal müttefikleri” olarak görüyor. Göreve başlarken yaptığı ilk konuşmada, yeni İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar bu hafta İsrail’in Kürtlere ulaşması gerektiğini ve bu yaklaşımın hem siyasi hem de güvenlik yönleri olduğunu söyledi. Açıklaması, Tel Aviv’in Türkiye ile ilişkilerinin İsrail’in Gazze’deki kanlı savaşı nedeniyle dibe vurmasıyla geldi. Türkiye’nin eskiden bir müttefik olduğunu, bazı Arap devletlerinin ise düşman olduğunu ve gelecekte işlerin nasıl ilerleyeceğini bilmenin imkansız olduğunu söyledi. Bu doğrudur çünkü İsrail için öncelik ilkeler değil çıkarlardır ve bu Kürtlere yönelik politikasında açıkça görülebilir. 1990’larda, Türk-İsrail ittifakı, Türkiye ve birçok Batılı ülke tarafından terör örgütü olarak kabul edilen Kürt PKK‘yı destekleyen devletler için kritik bir tampon olarak görülüyordu. Suriye’den ve daha az ölçüde İran ve Irak’tan PKK‘ya verilen destek nedeniyle, Türkiye ve İsrail 1996‘da askeri iş birliği konusunda bir mutabakat zaptı imzaladı. Bu askeri iş birliği, daha güçlü istihbarat iş birliği, lojistik destek ve Türk ordusu için eğitim içeriyordu. Arap devletleri bu askeri işbirliğini kendilerine karşı yönlendirilmiş olarak algılarken, Türkiye ve İsrail ittifaklarının bölgedeki hiçbir tarafa yönelik olmadığında ısrar ettiler. Ancak, bu açıkça Suriye, Irak ve İran‘a karşı bir caydırıcıydı; zira bu ülkeler Türkiye’ye karşı PKK‘yı desteklemelerine rağmen kendi topraklarında Kürtlerle de sorunları vardı. Ankara’nın İsrail ile PKK konusunda örtüşen çıkarları, o zamanki Türk savunma bakanı tarafından vurgulandı. Bakan, Türkiye ve İsrail’in Suriye’nin PKK’ya desteği konusunda aynı fikirde olduğunu söyledi. O dönemde İsrail başbakanı olan Benjamin Netanyahu, PKK’nın bir terör örgütü olduğunu ve İsrail’in bir Kürt devleti kurulmasına karşı olduğunu söyledi. Bu şekilde Tel Aviv, Şam’ın Kürtlere ve diğer gruplara verdiği desteğin Türkiye ve İsrail tarafından bir güvenlik tehdidi olarak görülmesi nedeniyle Ankara’nın Suriye destekli PKK’ya yönelik politikasını gizlice desteklemeyi kabul etti. Aynı başbakan yönetimindeki bugünkü İsrail, bir zamanlar karşı olduğu Kürtlerle daha yakın bağlar kurulması çağrısında bulunuyor. Bu şaşırtıcı değil, zira İsrail aynı zamanda 2017’de Irak’taki Kürdistan Bölgesel Hükümeti tarafından düzenlenen bağımsızlık referandumunu açıkça destekleyen bölgedeki tek ülkeydi. Bunun Türkiye ve İran’daki Kürt bağımsızlık özlemlerini körükleyebileceğinden endişe eden Ankara ve Tahran, referanduma hem şiddetle karşı çıktı hem de eleştirdi. İsrail’in değişen tutumu, Kürtlere yönelik politikasının ideolojik olarak yönlendirilmediğini, daha çok Türkiye ile ilişkilerinin gidişatına bağlı olduğunu kanıtlıyor. Raporlara göre, 1996 askeri anlaşması kapsamında Türkiye, PKK’ya karşı mücadelede İsrail’den satın aldığı Heron insansız hava araçlarını kullandı. PKK ve destekçileri ayrıca uzun süredir İsrail istihbaratını, 1999’da Türk istihbaratı tarafından Nairobi’de yakalandıktan sonra liderleri Abdullah Öcalan’ın hapsedilmesinde rol oynamakla suçluyor. Ve İsrail 2017 referandumunu desteklediğinde, Kürtler, raporlara göre, İsrail’in “sadece kendi ulusal çıkarlarına hizmet ettiğinde konuştuğunu ve Kürt davasını gerçekten umursamadığını” belirttiler. Devletlerin çıkarları ve kimlikleri statik değildir. Çıkarlar geliştikçe, yaklaşımlar da iç ve uluslararası ortamlardaki gelişmeler nedeniyle değişebilir. Bu değişimler bir devletin dış politika söylemine hakim olabilir. Kürtlere yönelik yeni İsrail dış politika yaklaşımının, Türkiye’nin İsrail saldırganlığıyla karşı karşıya kalan Filistin halkına verdiği desteğe bir yanıt olduğu çok açık. İsrail’in Kürtlere çağrısı, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın İsrail ile tüm bağları kopardığını duyurmasından sadece üç gün önce geldi. Erdoğan Çarşamba günü şunları söyledi: “Tayyip Erdoğanliderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, İsrail ile ilişkileri sürdürmeyecek veya geliştirmeyecek… ve bu duruşu gelecekte de sürdüreceğiz.” Erdoğan ayrıca tüm bölge ülkelerini İsrail’in Filistin halkına yönelik saldırganlığını sona erdirmek için işbirliği yapmaya çağırdı. Bu bağlamda, İsrail’in Kürtlere yönelik yaklaşımının ardındaki nedenleri anlamak daha kolaydır. Ancak burada çarpıcı bir fark var. Bağımsız bir Filistin devleti tüm bölge devletleri tarafından desteklenirken, bağımsız bir Kürt devleti İsrail dışında kimse tarafından desteklenmiyor ve İsrail böyle bir ülkenin kurulmasını Ortadoğu’daki konumunu güçlendirme şansı olarak görüyor. İsrail’in Kürtlere yönelik politikası, daha geniş bir Orta Doğu vizyonuyla yakından bağlantılı olmaya devam ediyor. Bu yaklaşım, yalnızca şimdi değil, on yıllar önce bile, bölge devletleri tarafından özellikle bir tehdit olarak görülüyor. Örneğin, 1966’da Irak Savunma Bakanı Abdülaziz El-Ukayli, Irak Kürtlerini Orta Doğu’da “ikinci bir İsrail” kurmaya çalışmakla suçladı. Irak Kürtleri, on yıllar sonra, 2017’de referandumlarını düzenlediğinde, Irak, Türkiye ve İran’daki hükümetlerin hepsi bunu reddetti. İsrail’in özerklik talep eden Kürtlere yaklaşımı, Tel Aviv’in Filistinlilerin haklarını destekleyen bölge devletlerini zayıflatmak için Kürtleri kullanmaya çalışmasının çaresizliğini ortaya koyuyor.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.