GÜLSEREN BUDAYICIOĞLU: “İNSANI ÇÖZMEK KOLAY, SEVMEYE DEVAM ETMEK ZOR”

Gülseren Budayıcıoğlu, insanı anlamanın kolay ama sevmeye devam etmenin zor olduğunu söylüyor. Çalışmalarıyla Türkiye'de psikiyatrist algısını değiştiren Budayıcıoğlu, terapiden senaryoya geçiş yaparak milyonların kalbine dokunmaya devam ediyor.

Haber Giriş Tarihi: 13.10.2025 22:42
Haber Güncellenme Tarihi: 13.10.2025 22:42
breakingnews.com.tr

Röportaj: İpek Dağıstanlı – Breaking News Turkey

Onun hikâyeleri artık yalnızca kitap sayfalarında değil, milyonların kalbinde yaşıyor. “Camdaki Kız”, “Masumlar Apartmanı”, “Kırmızı Oda” gibi yapımlarla Türkiye’ye insan ruhunun karanlık dehlizlerini gösterdi. Hem bir psikiyatrist, hem yazar, hem anlatıcı… Ama en çok, “insanı çözen kadın.” Gülseren Budayıcıoğlu’nun sesi, sözcükleri, kahkahası ve cümlelerinin ardındaki sükûnet, karşınızdaki kişiyi ister istemez düşündürüyor: bu kadar çok ruhu dinleyen bir insan, kendi iç sesini nasıl susturur? Bu kez kameralar ve mikrofonlar ona dönüyor; kırılganlıkla bilgelik arasında duran bir kadının hikâyesine…

Önce kitaplarda sizi tanıdık, sonra milyonlarla birlikte ekranlarda gördük. Sizin kırılma noktanız nerede oldu? Ben kendimi adanmış bir insan olarak görüyorum. Bu yaşıma kadar bu kadar çok koşturduğuma göre, demek ki çok severek yapmışım. İnsana dokunabilmek, onun iç dünyasında bir şeyleri düzelttiğini görebilmek, kaderinde bir dönüşüme tanık olmak… Hele belli bir yaştan sonra insana inanılmaz duygular veriyor. Karakter olarak fedakârım, vericiyim. İşlerimde ve ailemde hep çocuklarımı mutlu etmek isteyen, hayata o anlamda yatırım yapan biriyim. Boş boş yaşamak bana göre değil. Sanki dünyaya bir görev için gelmişim, bunu yıllar sonra fark ettim. Boş vakit bana keyif vermez hale geldi. Ben okumaktan çok zevk alırım. Gece odamda, başucumda kitaplarım olur; yatmadan önce o dünyaya girerim. Okuma gözlüğümü takarım, kokular sürerim, kitaplarımı elime alırım. Sabah kahvem ise en kutsal ritüelimdir; o saate kadar kimseyle konuşmam, hiçbir iş yapmam. O saatler bana aittir. Hacettepe’de yıllarca çalıştım, sonra muayenehanemde. Hastalarım “Hocam siz ölünce biz ne yapacağız?” derdi. Bunu kolay kolay kimse söylemez birine. Başı sıkışan her insan beni arardı. Onlara iyi gelirdim, sesimle bile huzur bulurlardı. “Madalyonun İçi” ile başladı her şey. Kitaplarım okunmaya başlayınca bu kadar ilgi göreceğini tahmin etmemiştim. Bir psikiyatrist yazar, kim okur ki demiştim. Şimdi kitaplarım rekor üstüne rekor kırıyor, yolda yürüyemez hale geldim. Bu hissin tarifi yok. İnsanların hayatına dokunmak inanılmaz bir şey. Yapımcılardan teklif geldiğinde ilk hedefim hep aynıydı: Türkiye’de ben işe başladığımda psikiyatriste yalnızca “deli”ler gelirdi. Psikoloğa gitmek utanılacak bir şeydi. Ben bunu değiştirmek istedim. İnsanlar artık Batı’daki gibi rahat gelsin, “Benim psikiyatristim var” diye övünsünler istedim. Bugün buna yaklaştıysak, gurur duyuyorum.

Gerçek hikâyeleri anlatmak gizlilik sınırını zorluyor mu? Bugüne kadar hiç böyle bir sorun yaşamadım. Gizlilik benim için esastır. Gerçek hastalarım bana hiçbir zaman “Benim hikâyem dizideydi” demedi. Tam tersine, “Hocam benim hayatımı yazın” diyenler oldu. Bu da beni çok gururlandırdı.

Başarınızın sırrı terapi mi, televizyon mu?

Bence hiçbiri değil. Ben insanı seviyorum. İnsan çok kutsal bir varlık. Hepimizin hayatında başa çıkamadığımız derin acılar var. Hiç kimse kötü biri olmak istemez. Hepimiz sevilmek, beğenilmek isteriz. Bunu bulamayanlar öfkeyi yanlış yerlere yönlendirir. Kötü insanlar aslında sadece sitemkârdır. “Niye bana vermedin, neden haksızlık ettin?” der içten içe. Ama sonunda kötüler kazanmaz. İlahi adalete inanırım. Hayat uzun bir süreçtir, bir gün yanlışlarınızı yüzünüze vurur, bir gün kaybettirir. Hayatı dinlerseniz, bir yerden sonra duymaya başlarsınız. Masalları çok severim çünkü onlar aslında gerçeği söyler. İyiler belirli bir zaman acı çeker ama sonunda kazanan onlardır. Bizim kaderimizi bilinçdışımız yazar. İnsan, kendi geçmişinin yankılarını tekrar yaşar. Gerçek iyileşme, içimizdeki o bilinçdışıyla konuşabildiğimiz anda başlar.

Yazdığınız karakterler mi sizi ünlü yaptı, yoksa siz mi onları?

Beni kimse ünlü yapmadı, beni sevenler yaptı. Okuyucularım kitaplarımla bir bağ kurdu. Ben de onları yıllardır tanıyormuşum gibi hissediyorum. Türkiye’nin neredeyse her ilinden bir hastam oldu. İnsanların içini dökme biçimleri, anlatış tarzları o kadar güzel ki; onları anlayan biriyle karşılaşınca bülbül kesiliyorlar.

Eşinizle ilişkiniz nasıldı?

Eşimi yıllar önce kaybettim. O bana aşıktı, ben de ona. Çok tatlı bir evliliğimiz vardı. Ondan tek şikâyeti “çok çalışmam”dı. O da doktordu. Aynı sınıfta okuduk, beraber mezun olduk, sonra evlendik.

Dizi setlerine gidiyor musunuz?

Çok nadir. Genelde bir konu olduğunda giderim ama yönetmenlerle, oyuncularla hep iletişim halindeyim. Doğum günlerinde ararız, toplantılarda görüşürüz. O dünya hâlâ iç içe yaşadığım bir alan.

Son zamanlarda sizi ağlatan bir hikâye oldu mu?

Ben duygusal biriyim. Ölüm haberleri beni çok etkiler. Bu alanda başarılı olamadım; birinin kaybı söz konusuysa hemen üzülürüm.

Yıllarca insanların travmalarını dinlediniz. Peki sizin travmalarınızı kim dinledi?

Travması olmayan insan yoktur. Ben anlatmam ama yazarken kendimi bulurum. Kitaplarımda kendi duygularımı da görürsünüz. Bir hasta bir şey yaşadıysa, emin olun ben de yaşamışımdır.

Herkesin çocukluğu kötüydü klişesi sizce doğru mu?

Asla. Birçok insan dinledim. Elbette annesiz, babasız büyüyen çocuklar var ama bizim ülkemizde genelde çocuklar aile içinde büyüyor, bu büyük bir şans. Türk anneleri çok fedakâr. Bizi Batı’dan ayıran şey bu duygusallık. Orada ilişkiler daha mesafelidir.

Kadınları daha çok aşk mı tetikliyor, erkeklerin egosu mu?

Ego. Kadınlar genellikle narsist erkeklere âşık olur. Tarih boyunca erkek koruyucu figürdü; kadın da buna alıştı. Aşk tüketilmeye muhtaç bir duygu. Tehlikelidir çünkü bedeni sarsar. Bir deprem gibidir. Ama aşk da hayatın en güzel armağanlarından biridir. Her yaşta yaşanabilir.

İnsanları bu kadar iyi tanıyıp hâlâ sevebiliyor musunuz? Seviyorum, hatta bayılıyorum. İnsana duyduğum hayranlık her geçen yıl arttı. Biz insanlar hayran olunacak varlıklarız ama bazen kendimizi hissettiremeyiz.

Ruhsal olarak en çok hangi duyguda takılı kaldınız?

İnsana olan tutkumda. İnsan tanıdıkça, kitap gibi elinizden bırakamıyorsunuz. Herkesin sizi etkileyecek bir hikâyesi vardır. Büyük olması gerekmez, önemli olan onu nasıl anlattığınız.

Sizin hayatınız bir dizi olsa adı ne olurdu?

“Anlatacak daha çok şey var.” Çünkü birinin kaderini değiştirebilmek kadar güzel bir şey yok. Hastalarımın yüzüne bakarım; nasıl girdiler, nasıl çıktılar. Bazen ağlayarak girerler, bir hafta sonra gülerek gelirler. Bu mucizeyi görmek benim için en büyük mutluluk.

Artık terapi yapmıyor musunuz?

Hayır, elli yıl aktif çalıştım. Herkesin bana ulaşmasına izin verdim. Şimdi daha büyük kitlelere ulaşmak istiyorum. Yazmak, anlatmak, senaryo üretmek… Bu benim yeni terapim. İnsanların hayatına bir damla güzellik katabilirsem, görevimi yapmış sayarım.

Ünlü danışanlarınız var mı? Onlar mutlu mu?

Çok var. Ama ünlü olmak kolay değil. Hayatı zorlaştırıyor. Her hata, herkesin gözü önünde. Hepimiz hata yapıyoruz ama onlarınkisi manşet oluyor. Ünlülerin işi bizden daha zor.

Online terapi mi, yüz yüze mi?

Artık yeni hasta almıyorum. Zamanım az, enerjim kitaplarda ve senaryolarda. Ama hikâyeler bitmedi. Daha anlatacak çok şey var.